18. NÜKLEER
ENERJİ
SANTRALLERİ OLMALI
MI? OLMAMALI MI?
19. İZAFİYET TEORİSİ (Genel görelilik) bize ne anlatır
ÖNSÖZ
Aklıma gelen konularda bir şeyler yazmak istedim. Her hafta bir
yazı yazdım. Bu yazıları bir blog sayfasında yayınladım. Tahminimden çok daha
fazla okundu. Yazıları Türkçe yazdığım halde 13 ülkeden okunduğunu gördüm. Buda bana ilginç geldi.
Yazılardaki tüm fotoğrafları ben çektim.
Mümkün olduğunca internetten faydalanmadım.
Genel de kendi gözlemlerim yada kitaplardan faydalandım. Tabii arkadaşlarımı da unutmamam lazım.
Kitaplardan alıntı yaptığım bazı
yerlerde kaynak belirttim.
O.Bülent
Baykal
ANALİZ
Ülkelere Göre Sayfa Görünümleri
Giriş
Sayfa görüntüleme
Türkiye
2309
Rusya
187
Amerika Birleşik
Devletleri
178
Almanya
35
Birleşik Krallık
25
Avusturya
10
Fransa
8
Avustralya
2
Letonya
2
Malezya
2
Portekiz
2
Azerbaycan
2
Polonya
2
Ukrayna 3
Tarayıcılara Göre Sayfa Görünümleri
Giriş
Sayfa görüntüleme
Chrome
1694 (61%)
Internet Explorer
636 (22%)
Firefox
240 (8%)
Safari
99 (3%)
Opera
44 (1%)
Mobile Safari
42 (1%)
Mobile
8 (<1%)
OS;FBSV
3 (<1%)
Dolfin
2 (<1%)
NS8
2 (<1%)
İşletim Sistemlerine Göre Sayfa Görünümleri
Giriş
Sayfa görüntüleme
Windows
2522 (90%)
Macintosh
67 (2%)
Linux
51 (1%)
Android
39 (1%)
iPad
39 (1%)
iPhone
38 (1%)
BlackBerry
12 (<1%)
Nokia
2 (<1%)
SAMSUNG
2 (<1%)
BeOS
1 (<1%)
10 Eylül 2012 Pazartesi
NÜKLEER ENERJİ SANTRALLERİ OLMALI MI? OLMAMALI MI?
Yazılarımda internetten pek faydalanmıyorum, çevremden bilgi ya da doküman alıyorum ya da kitaplardan faydalanıyorum. Bu yazımdaki bilgilerin büyük kısmını, enerji üzerine master yapan arkadaşım Banu Erkan'dan temin ettim. (Tabii benim yazdıklarımda oldu bu arada) Bu konudaki sohbetlerimizden ya da gönderdiği dokümanlardan çok şey öğrendim. Kendisine, yazımın başında teşekkür ediyorum.
Nükleer Santraller olmalı mı? olmamalı mı?
Okuyun, kararı siz verin.
Nükleer Santrallerden önce, çok kısa diğer santrallerden bahsetmek ve kısa bilgiler vermek istiyorum.
Santral nedir?
Doğadaki başka bir maddeden elektrik enerjisi üreten kuruluşlara santral denir. Santral çeşitleri (Konvansiyonel santraller)
Hidroelektrik Santral
Termik Santral
Nükleer Santral
Konvansiyonel (yenilenemez) enerji türünde yakıt kullanılır ve tükenir. Yakıt olarak kullanılan kömür,petrol,uranyum,doğal gaz vs…bunlar milyonlarca yılda oluşurlar , kullanırsınız biterler.
Ayrıca yenilenebilir enerjiler vardır.
Hidroelektrik enerjisi; Nehirler
Rüzgâr enerjisi;Rüzgârlar
Jeotermal enerj;Yeraltı suları
Güneş enerjisi;Güneş
Biokütle enerjisi;Biyolojik atıklar
Dalga enerjisi;Okyanus ve denizler
Hidrojen enerjisi;Su ve hidroksitler
yenilebilir enerjilerdir.
Ülkemizde sadece termik ve hidroelektrik santralleri bulunmaktadır. Nükleer santraller yoktur.
Hidroelektrik Santraller
Hidroelektrik santralleri ile enerji üretmek için, coğrafi koşulların uygun olması gerekmektedir.
Hidroelektrik santraller temiz enerji kaynaklarıdır.
Hidroelektrik santrallerinin yapımı pahalıdır ama elektrik enerji üretimi ucuzdur.
Şu anda hidrolik santral ayaklarında, Karadeniz ormanları yok ediliyor. Bunun acilen önüne geçilmesi gerekiyor.
Termik Santraller
Yanmayla ortaya çıkan ısı enerjisi üreten birime termik santral denir.
Termik santrallerde kullanılan yakıtlar mazot, gaz ve kömürdür.
Termik santrallerin bacalarından çıkan zararlı maddeler havada su buharı ile birleşirler ve asit yağmurlarını meydana getirirler. Toprak, sular ve atmosfer kirlenir.
Burada bir şey anlatmak istiyorum
Yatağan(Muğla) termik santrali yapılacağı zaman, çevreciler ayağa kalktılar ve tabiatın yok olacağını ileri sürdüler. O zamanın Başbakanı Turgut Özal, Bir tek çiçek solarsa ben kefilim dedi. Çok ileri teknoloji kullanacaklarını ve tabiatın yine yemyeşil kalacağını öne sürdü ve burada termik santral yapıldı. Daha sonraki yıllarda bu yöreye yolum düştüğünde, yeşilliğin tamamen yok olduğunu, her yerin gri ve siyah olduğunu gördüm. Yani tabiat ve çevre yok olmuştu. Yazık değil mi ?
Neyse yazıma devam ediyorum. Nükleer Santraller
Uranyum elementi, nötronlarla bombardıman edilerek daha küçük kütleli farklı iki çekirdeğe bölünür. Bu
sırada çok büyük enerji açığa çıkar. Bu enerjiye nükleer enerji denir.
Uranyum yakıt hammaddesidir.
Santrallerde kaza olduğu zaman sızıntı durumu core dediğimiz çelik ve betondan oluşan kalbin içersindeki yakıt çubuklarında bulunan uranyumdan dolayı değil, yanma sonucu oluşan fizyon ürünlerinin (atık yakıt) buharlaşarak atmosfere (Çernobil) veya atıkların havuzlarda tutuldukları suyun toprağa karışması halinde (Japonya örneği denize) oluyor.
4. Nesil(Jenerasyon) santrallerde tüm bu aksaklıklar için önlem alınmış.
İstanbul Teknik Üniversitesi Nükleer Araştırmalar Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. A. Beril Tuğrul un ''Nükleer Enerji Değerlendirmesi ve Türkiye'' başlıklı yazısından okuduğum bilgiler ve aklımda kalanları aşağıda sizinle paylaşıyorum
Kalkınma ve toplum refahının yükseltilmesi için gerekli olan ana unsur enerjidir.
Ülkelerin gelişmişlik ölçütü olarak kullanılan önemli olgu enerjidir.
Özellikle, kişi başına üretilen enerji çok önemlidir.
Kişi başına düşen elektrik tüketimi, ülkelerin değerlendirilmesinde ayrı bir öneme sahiptir.
Enerji ve elektrik arzı, kalkınma planının temel unsurunu oluşturan bir öğe dir.
En önemlisi belirli ve zaman diliminde enerji ve elektrik talebi sağlanmalıdır.
Nükleer santraller için coğrafi kriter uygun su temin şartının sağlanmasıdır. Kısaca o ülkenin denize kıyısı olmalıdır yada büyük bir nehri olmalıdır.
Sürekli ve her tür şartta enerji üretebilen kaynaklar önem taşımaktadır.Yani kesintisiz ve güvenilir enerji temini olmalıdır.
Bu husus, ülkeler ve globalleşen dünyada önemlidir. Her an ve her yerde gece gündüz ve mevsimsel fark gözetmeden enerji talebi sağlanmalıdır.
Fosil yakıtlar, kömür, petrol ve doğal gazdır. Dünyada pek çok ülke fosil yakıt rezervine sahip değildir ve fosil yakıtlara ulaşmakta ve fosil yakıtlı santrallere yatırım yapmaktadır.
Fosil yakıtların yakılması sonucu ortaya çıkan gazlar tüm canlı yaşamı ve insan yaşamını tehdit etmektedir.
Hirdolik santrallerde ise sınırı aşan sular, nehirler sorun olmaktadır yada sular altında kalacak büyük araziler sorun olmaktadır.
Nükleer santraller kesintisiz ve güvenilir enerji temini açısından avantajı olan santrallerdir.
Bu bağlamda birçok gelişmiş ülkede nükleer santraller kurulmuştur.
Nükleer santraller ileri teknoloji ürünü santrallerdir. Bunlardan 4 Nesil olarak nitelenen grubu , özellikle nükleer güvenlik konusunda çok gelişmiştir.
Nükleer teknoloji dünyada her ülkenin sahip olduğu bir teknoloji değildir. Uzay teknolojisi, nanoteknoloji ve hidrojen teknoloji için çok büyük öneme sahiptir.
Kısaca ileri teknolojilere giriş için nükleer teknolojiye sahip olmak gerekmektedir.
Çevresel kriterler bakımından nükleer santrallerin sera salınımlarının olmaması büyük avantajdır.Yani ortaya çıkan ve çevreyi kirleten kirli gazlar yoktur.
KYOTO Protoklünü imzalayan ülkeler karbon dioksit ve sera etkisine neden olan diğer beş gazın salınımını azaltmaya söz vermişlerdir.
Protokol, ülkelerin atmosfere saldıkları karbon miktarını 1990 yılındaki düzeylere altına düşürmelerini gerekli kılmaktadır.
Tüm bu hususlar çerçevesinde dünya nükleer santral konusunda önemli sayıda nükleer santrali özelliklede 4. Nesil reaktörleri hayata geçirmeye hazırlanmaktadır. Türkiye'nin enerji durumu
Türkiyede kişi başı elektrik tüketimi 2800 kWh / kişi dir.
AB'nin 6500 kWh / kişi
ABD'nin 12000 kWh / kişi dir.
Türkiye, Cumhuriyetin 100. kuruluş yıl dönümü olan 2023 yılı için, kişi başı elektrik tüketimini 2 misline çıkarmayı hedeflemektedir.
Dünyanın ileri ülkeleri mertebesine gelebilmesi için ise, kişi başı elektrik tüketimini, bunun uzantısında kişi başı elektrik üretimini birkaç misliyle arttırması gerekmektedir.
Dolayısı ile, çok sayıda özellikle de büyük güçlü, elektrik santrali kurulmasına gereksinimi vardır.
Sonuç olarak Türkiye, enerji kaynakları bakımından zengin değildir.
Türkiye, üç tarafı denizlerle çevrili bir ülke olarak nükleer santral kurmak için uygun bir ülke durumundadır.
Türkiye'nin sürdürülebilir ve güvenilir önemli kaynağı kömürdür. Ancak bu büyük miktarlarda Karbon dioksit üretimine neden olmaktadır.Çünkü Türkiye'de linyit kömürü mevcuttur. Linyit kömürü kok kömürü gibi tam olarak yanmaz ve zehirli atıklar oluşur.
Petrolü azdır ve petrolün santrallerde kullanılması uygun değildir.
Sahip olduğu doğal gaz miktarı, gereksinime göre çok azdır.
Hidrolik potansiyeli ise önemli ölçüde hayata geçmiştir.
Türkiye Ekonomik açıdan Dünyaya paralel olarak rekabet edebilir olması beklenmektedir.
Teknolojik açıdan Türkiye, nükleer teknolojiye sahip değildir.
Çevresel kriterler açısından Türkiye, dünyayı kirleten ülkeler arasında yer almaktadır.
Türkiye Kyoto protokolünü imzalamış bulunmaktadır.Hava kirliliği (sera gazı salınımları) aşağı çekmek zorundadır. Bu durumda fosil yakıtlı (kömür, petrol , doğal gaz) santralleri kurmamalıdır. Aksi takdirde, cezai müeyyideler uygulanacaktır, dolayısı ile tazminat ödememiz söz konusu olacaktır.
Fransa'da 59, Slovakya'da 6, Belçika'da 7, İsveç'de 10, Ukrayna'da 15, Güney Kore'de 20,
İsviçre'de 6, Bulgaristan'da 5, Ermenistan'da 4, Bulgaristan'da 1, Çek Cumhuriyetin'de 6, Almanya'da 17,
Japonya'da 56, İngiltere'de 23, İspanya'da 9, ABD'de 104, Rusya'da 31, Kanada'da 18,Hindistan'da 15,
Çin'de 9 adet Nükleer Santral vardır
Belirtilen tüm bu hususlar göz önüne alındığında, Türkiye'nin nükleer teknolojiye girmesi ve nükleer santralleri kurması gerekip gerekmediğine siz karar verin.
Yazdıklarımdan çıkan sonuç söyle oldu
Gelişmiş ülkelerdeki yerini alması için Kişi başına düşen elektrik üretimini artırması için Sürdürebilir ve güvenilir santrallere sahip olması için Dünyayı kirletenler arasında olmamak için Kyoto Protokolü gereklerini yerine getirmek için İleri teknolojilere sahip olmak için Ülke sathında enerji üretimini homojenleştirebilmek için Nükleer Santrallere sahip olması gerekmektedir. Teşekkürler Beril Hocam
Özellikle 4. Nesil güvenli, az yakıt kullanımlı nükleer santrallerin yaygın olması gereklidir.
Ayrıca Fosil yakıt santrallerinin(Termik santral) yol açtığı kirlilik, çevre katliamı bir an evvel engellenmelidir.
Karadeniz yağmur ormanları katliamı durdurulmalıdır.
Nükleer santrallere karşı çıkan bilinçli bir kesim var . Bunlar diyorlar ki, Dünyadaki şu nükleer santralde şu vana çok eskidi acilen değiştirilmeli veya buna benzer eleştiriler. Bu insanlara saygı duyulması gerekmektedir. Bu bilinçli kesimin mevcut nükleer santralleri dolaşmaları, inceleme yapmaları, fotoğraf çekmeleri, soru sormaları sağlanmalı ve yaptıkları yapıcı eleştiri not alınıp, üzerinde durulmalıdır.
Nükleer santralleri anlatmışken Radyasyondan bahsetmemek olmaz. Bu konuda, arkadaşım Banu Erkan'ın hazırlamış olduğu yazıyı aşağıda okuyabilirsiniz. RADYASYON
Doğal radyoaktivitenin on dokuzuncu yüzyılın sonlarında Becquerel tarafından keşfinin ardından, Curie’lerin ve diğer bilim adamlarının çalışmaları ile bu bilim dalına pek çok yapısal katkıda bulunulmuş olmasına rağmen, bizlerin radyasyon konudaki bilgisi oldukça kısıtlı kalmıştır.
Doğal radyasyon kaynakları kozmik, karasal ve iç olmak üzere üç bölüme ayrılır. İnsanoğlunun yıllık olarak 360 milirem olarak belirlenen maruz kaldığı radyasyon dozunun %82’si doğal kaynaklardan gelmektedir.
Yapay kaynaklar ise radyasyonun tıbbi kullanımı, nükleer patlayıcı testleri ve nükleer güç üretimi olmak üzere yine üç bölümde incelenir. Yapay kaynaklı radyasyonun bir insanın alması gereken yıllık doza etkisi %18 olarak ölçülmektedir.
Kozmik radyasyon adından da anlaşılacağı üzere uzay kaynaklıdır. Güneş ve yıldızlar yeryüzüne her gün yağmur şeklinde kozmik ışınlar gönderirler. Atmosferdeki farklılıklar, yükseklikler ve yeryüzünün manyetik alanı aldığımız radyasyonun dozunu (veya miktarını) değiştirir.
Bu yazıda geniş olarak bahsedilmek istenen konu ise karasal radyasyon kaynaklarıdır. Yeryüzünün kendisi başlı başına radyasyon kaynağıdır. İçerdiği radyoaktif maddeler; radyum, toryum ve uranyum özellikle kaya ve topraklarda doğal olarak bulunmaktadır. Özellikle kayalar, tiplerine ve lokasyonlarına göre değişim gösteren yüksek miktarda radyoaktif bozunumun oluşumunu sağlarlar. Örneğin volkanik kayalar (igneous) tortu kayalara (sedimentary) göre daha yüksek radyoaktif yayınım yaparlar. Eskişehir dünyanın ikinci büyük toryum yataklarına sahiptir.
Toprakta daha çok radon ve toron gibi radyoaktif gazlar bulunur.Toprak tortu kayalardan daha az radyoaktif yayınım yapar. Belki de insanların aldığı dozun düşüklüğü toprak üzerinde yaşamayı kayalara tercih etmelerindendir.
Hava oldukça yüksek miktarda radon ve toron gazı içermektedir ve insanların aldığı radyoaktif dozun büyük bir kısmından sorumludur. Havada bulunan radon ve toryum gazı evlerimizin altındaki topraklardan temelde bulunan çatlaklar veya su kanalizasyon boru bağlantılarından sızmaktadır.
Su küçük miktarda çözünmüş uranyum ve toryum içerir bitki ve hayvanlardan oluşan organik maddelerse radyoaktif karbon ve potasyum içerirler. Bu materyallerin bir kısmı yiyecek ve içecekler vasıtasıyla vücudumuza girerken, radon gibi gazlarsa nefes alıp vermeyle alınır.
Nehirler radyoaktif madde içeren toprakları denizlere taşırlar. Kumsallar Amerika ve Avustralya’nın oldukça önemli ticari uranyum kaynaklarıdır. Ülkemizde Van gölünün tabanının uranyum yatağı olduğu bilinmekle birlikte herhangi bir ticari faaliyetin varlığı konusunda bilgi edinebilmiş değilim. Ayrıca kumun beton ana malzemesi olarak yapılarda kullanıldığını düşünürsek yaşadığımız yerlerdeki radonun yanısıra uranyumunda bulunduğunu bize kanıtlar.
Yeraltı sularıda radyoaktif maddeler içerirler, özellikle uranyum oldukça yüksek konsantrasyonda ölçülmektedir. Bunun aksine toryum izotopları oldukça az miktarda bulunur. Radon ise en yüksek aktivite deki bozunum serisi radyoaktif maddedir.Tatlı yeraltı sularında radonun iletimi oldukça düşüktür.
İçme suyu kaynakları genelde yüksek konsantrasyonda radyum içerirler. Amerika’da (US) 1pCi/l (pico Curie per litre) ’nin altında ölçülen radyum konsantrasyonu, Brezilya’daki ticari olarak şişelenmiş mineral sularda 240 pCi/l olarak ölçülmektedir. Fillandiya-Helsinki’deki bir okulun su kaynaklarında yüksek seviyede bulunan radyum bozunarak radon gazına dönüşmesi nedeniyle,yapılan ölçümlerde çalışanların yıllık ciğerlerine aldıkları dozun 240000 mrem olduğu tespit edilmiştir (kabul edilen yıllık alınması gereken doz vücut için 360 mrem’dir).
Deniz suyundaki radyoaktiviteden bahsetmek gerekirse; hem bitki(plankton ve yosun) hem de hayvanlarda (kabuklular ve balıklar) ölçüldüğünde Kobalt, Stronsiyum,Teknetyum, Iyot, Sezyum, Europium, Neptunyum, Plutonyum, Amerisyum elementlerine ait yüksek miktarlarda izotoplar bulunur.
İç radyasyon kaynaklarına gelince, burada vücudumuz radyasyon kaynağıdır ve etrafımızdakiler (insan veya nesne) karasal ve kozmik radyasyona nazaran az da olsa bizden kaynaklanan bir ışınlamaya maruz kalırlar. İnsan vücüdunda doğuştan, potasyum-40, karbon-14, radon-228 ve kurşun-210 gibi radyoaktif maddeler bulunmaktadır. Bunların miktarı insandan insana değişmektedir. Örneğin nefes alıp verirken vücudumuz doğal olarak C-14 yayınlar. Rn-22 kan dolaşımında tutulur.
Dikkat edilirse radyasyonla iç içe yaşadığımız ve ondan kaçışın mümkün olmadığı şüphe götürmez bir gerçektir. Amerikada internet üzerinden evlerdeki radon oranının ölçümlerini yapan cihazlar yoğun olarak satılırken bizde toplum bilinçlendirilerek en azından bulunduğumuz mekanların havalandırılmasının çok önemli olduğu anlatılmalıdır. Ayrıca yazıda bahsedilen radyasyon ölçüm değerleri veya bilgileri Amerika kaynaklı olup henüz Türkiye’de yapılan bir radyasyon araştırması da bulunmamaktadır.
Bülent Baykal
Çıkmadan aşağıdaki şarkıyı dinleyebilirsiniz. Paul Anka'nın İstanbul daki konserinde bu şarkıyı beğenmiştim.
4 Eylül 2012 Salı
DEDİKODU
Kışkırtılmış Erkeklik
Bastırılmış Kadınlık kitabında (Dr Erdal Atabek) dedikodu şöyle anlatılmış.
Dedikodu sever misiniz?
Şurada biz bizeyiz, kim sevmez dedikoduyu?
Dedikoduyu yaratan, insanın merak dürtüsü değil mi?
Merak nedir? Bilinmez bilme isteği
Gizli kapaklı işleri, üstü örtülü olayları merak etmek.
İyi bakılırsa "dedikodu", bir toplumun insanlarının yaşadıklarını,, yaşayamadıklarını, değer yargılarını, gizli isteklerini, yasaklarını, tabularını göstermiyor mu?
Erkeklere göre " kadınlar dedikoducudur"
Kadınlarda erkeklerin dedikoducu olduğunu söyler
Toplum bilimciler "dedikodu" nun, insanın toplumla ilgilenmesinin belirtisi olduğunu söylüyorlar.
Hem merak dürtüsü zekanın bir belirtisi değil mi?
Öyleyse "dedikodu" yu neden yeriyoruz.?
Belki de "dedikodu" bize de yönelebilir bir tehdit de ondan.
"Dedikodu " nun bir kültür olayı olduğuna inanıyorum.
Keşke, diye düşünüyorum, "dedikodunu" nun temelindeki merak dürtüsünü iyi kullanabilsek.
Bu dürtüyü "O ne yapmış?", "Bu neredeymiş?" basitliğinden kurtarsak da sanata çevirebilsek.
İnsanın o eşsiz akıl gücünü, insanın o doymaz ilgisini, insanın o sonsuz merakını sanatın, bilimin, bitmez tükenmez kaynaklarına çevirebilsek.
İşe o zaman, dünyanın büyük " dedikodu" larını öğrenebilirdik
Öyle ya, romanlar, öyküler, filmler, tiyatrolar, şiirler "dedikodu" değil mi?
Ben sizin de " dünya dedikoducusu" olmanızı istiyorum.
İnsanın kendisinde kalması tıkanmadır. İnsanın dar çevresinde kalması sıkıntıdır.
Zekanızı, merakınızı, ilginizi dünya ölçeğinde büyütün
Değeriniz budur biliyorum.
Sizin de kendi değerinizi bilmenizi istiyorum.
Bülent Baykal
Yine bir şarkı ile bitiriyorum.
1 Eylül 2012 Cumartesi
ANLAMLI OLMAK
Bir kadın okurumdan mektup aldım. "Bize aşkı anlatın diyordu" Mektupta başka sözlerde vardı ama , sanki görünmez bir el diğer bütün sözleri sildi de sadece bu üç sözcük kaldı mektupta : "Bize aşkı anlatın" Kolay mıydı aşkı anlatmak? Yüzyıllar boyunca nice, şiir, öykü, roman, resim, heykel, tiyatro, sinema hep aşkı anlatmaya çalışmıyor muydu? Gene de aşık olan insan "benimki başkaydı" demiyor muydu?
"Aşk yazılmaz yaşanır" diyen bilge haklı mıydı? Bir dostum, güngörmüş bir dostum " yazık artık insanlar aşık olmayı bilmiyor. Geçici hevesleri aşk sanıyorlar. Ne yazık" demişti. Peki aşk neydi? Heves, istek, sevmek, sevilmek değil miydi? Sözcükler "aşk" ve "sevgi" yi birbirinden pek ayırmaz. İngilizce "love" Almanca "liebe." Oysa aşk başka bir şey, sevgi başka bir şeydir. Aşk, yangındır, varlıkla yokluğu aynı anda yaşamaktır. Aşık sadece "onun" için yaşar. Aşık bencildir, paylaşmaz. Aşk fırtınadır, altüst oluştur. Biten bir aşktan sonra, insan yeniden doğmak zorundadır. Yeniden doğmak, yeniden büyümek, yeniden yaşamak zorundadır. Ya "sevgi?" "Sevgi" bu mudur? Sevgi yumuşatır. Sevgi serinletir. Sevgi insanın içine bir gülümseme yerleştirir. Sevgi bir akarsu kıyısıdır, bir ağaç gölgesidir, filizin yeşili, gölün mavisidir. Sevgi paylaşmadır, bencil değildir. Seven, kendini değil "o" nu düşünür. Sevgi anlar, hoş görür ve bağışlar. Sevgi, yaşayan her şeyi içine alır genişletir. Bir ömür boyu süren aşklar yok mu? Duymuyor muyuz böyle aşkları okumuyor muyuz? Aşk bir ömür boyu sürmez, süremez de ondan. Böylesine yoğun bir fırtınayı insan yüreği taşıyamaz. İnsanın beyni, insanın bedeni dayanamaz. Ömür boyu süren aşklar, sevgiye dönüşen, dostluğa dönüşen paylaşımlardır. Büyük mutluluk budur. Aşk insanı bazen Tanrı yapar, bazen gereksiz bir böcek. Ama, sevgi insanı insan yapar. Ya karşılıksız aşk? Karşılıksız sevgiler? Aşk da, sevgi de aslında "karşılıksız"dır. Birbirine aşık iki insan, birbirini seven iki insan ayrı şeyler yaşarlar. Herkes " kendince" aşık olur. "kendince" sever. Ama insan, karşısındakinin de kendi yaşadıklarını yaşadığını sanır, böyle olmasını ister de ondan. İnsanın bunu anlaması uzun sürer. Bazıları da hiç anlayamaz. Gene de "karşılıksız aşk" kendini yeniden yeniden büyüten ateşlerdir. Belki de "ölümsüz aşk" hiç ulaşamamanın öyküsüdür. Sevgi mi? Sevgi karşılık beklemez. Gerçek sevgi karşılık beklemez. Seversiniz bu yeter. Sevgi başlı başına yaşayan bir varlıktır. Sevgi karşılığı alınmak için verilmez. Aşk alıcıdır, sevgi verici. Aşkın yaşı var mıdır? Hiç olur mu? Ama ne çare, insanlar duygularını dolaba kaldırır, kutulara koyar, kafeslere sokarlar. İnsanlar duygularını yaşamak yerine yaşamamak için çalışırlar. Bunu "yakışmaz" diye , "uygunsuz" diye yaparlar. İnsanlar yaşamamayı böyle öğrenirler. Sonra da sorarlar " Neden hiçbir şeyden zevk duymuyorum?", " Neden her gün diğerine benziyor.?" , Yaşamaktan ne anladım?" Birbirimize aşık olarak evlendik. Şimdi iki yabancıyız. Neden? Demek ki, aşkınızı sevgiye dönüştüremediniz. Aşkınızı sevgiye dostluğa dönüştüremediniz. Alışkanlık heyecanı öldürür. Yaşamanın heyecanını sürdürmek, hayatın gizidir. Aşk tüketicidir, sevgi üretici. Ama sevgiyi üretmesini de bilmek gerekir. Sevgi üretilir, beslenir, geliştirilir. yeşertilir, büyütülür, zenginleştirilir. Sevgiden çiçek gibi mi, söz ediyoruz? Doğrudur, sevgi çiçektir. Özen gösterilmezse solar. İki insan arasındaki sevgi, ortak büyütülen tek çiçektir. İki insanın birlikteliği ortak özeni gerektirir. ortak dikkati ortak saygıyı. Ortak büyütülmezse sevgi de ölür. Sevme duygusu , artık başka şeylere yönelecektir. Sevgi duygusu ölmez, ama birlikteliğiniz ölür. Yabancılaşma budur. Hayat bizden öncede vardır, bizden sonra da olacaktır. Biz ancak hayatla var oluruz. İnsanı yaşatacak olan sevgi yaşama sevgisidir. Hayatı sevmek hayatın içindeki her şeyi sevmektir. Biz her şeyi severiz. Kadınları, erkekleri, çocukları, doğayı, müziği, resmi, şiiri, her şeyi.Hayatı severiz. Hayat tek ve dar bir patika değildir. Onu böylesine daraltan, fakirleştiren, kurutan biziz, Hayatı kendimize tıkayan biziz. Sevgiyi bilenlere hayat öyle geniştir ki. Öyle geniş, öyle renkli, öyle zengindir ki. Okurum " bize aşkı anlatın" diyordu . Size hayatı anlattım. Yukarıda yazdığım yazı Dr Erdal Atabek in "Kışkırtılmış Erkeklik Bastırılmış Kadınlık" kitabından çok kısa bir alıntıdır. Yukarıda yazılanları beğendiyseniz, biraz daha bir şeyler yazıyorum kitaptan aşağıda okuyabilirsiniz.
Kadın, kendini kadın yapan erkeğe aşık olur. Erkek, kendini erkek yapan kadına aşık olur. Olay öyle karmaşıktır ki, insanın kendi bile " Neden böyle?" , "Nasıl oluyor da?" sorusunun yanıtını bulamaz. "Ne buldu o kadında ?" "O adamın nesine tutuldu şaşıyorum." Bu sözlerin hiçbir anlamı yoktur. Hiçbir geçerliliği yoktur. Çünkü "olayın anlamı" iki kişinin arasındadır, çok özeldir. Binlerce anahtar arasında bir tek anahtarın, binlerce kilit içinde bir tek kilide "uyması" gibi, bir insan başka bir insana "uymuştur" Onlar "birbiri için anlamlı" dır. "Birbiri için anlamlı olmak" Düşünüyorum da aşkın tanımı bu diyorum. Yaşlardan, yıllardan neden korkalım ki? Güzel değiliz diye neden kendimizde kusur bulalım ki?Güzellik de çirkinlik de bizim elimizdedir. Yaşlılık da gençlik de bizim elimizdedir. Size gençlikten, dinçlikten, kendine bakmaktan söz etmiyorum. "ANLAMLI OLMAK" Sizin var oluşunuz yada olmayışınızın bir iş için, bir insan için, insanlık için, dünya için, hayat için, kendiniz için anlamlı ya da anlamsız olduğunu bilmek. " Kendini anlamlı kılmak" Kendini hayat için yaşanır kılmak, hayat için değerli kılmak, hayat için önemli kılmak.Kendini bunun için geliştirmek. kendini bunun için yetiştirmek Kadın için erkek, erkek için kadın önemlidir. Hayata bir erkekle açılmak , hayata bir kadınla açılmak çok önemlidir. Gerçekteyse hayatın kendisi önemlidir. Eğer biz " hayat için anlamlı" olmayı öğrenebilirsek ne çok insan bizi "kendisi için anlamlı" bulacaktır bilseniz. İnsan erkekte de kadında da hayatı aramaktadır. Hayat bizi kaplar ve hepimiz hayatın çocuklarıyız. "Hayat için anlamlı" olmayı bilemezsek önce kendimiz için, sonra kimse için anlamlı olamayız. Belki de " hayat benim için anlamsız" diyenler kendilerini " hayat için anlamlı" kılamayanlardır. "Kendini güzelleştiren kadın" kendini güzelleştiren insan değil mi? Ne dersiniz ?
Elimizi hayatın elinin üstüne koyalım.
Seni seviyorum" diyelim
NOT:Haftaya Nükleer santraller olmalı mı? Olmamalı mı? bu konuda yazacağım.
Bülent Baykal
Sizin için Redd den eğlenceli bir şarkı seçtim.