Yazılarımda internetten pek faydalanmıyorum, çevremden bilgi ya da doküman alıyorum ya da kitaplardan faydalanıyorum. Bu yazımdaki bilgilerin büyük kısmını, enerji üzerine master yapan arkadaşım Banu Erkan'dan temin ettim. (Tabii benim yazdıklarımda oldu bu arada) Bu konudaki sohbetlerimizden ya da gönderdiği dokümanlardan çok şey öğrendim. Kendisine, yazımın başında teşekkür ediyorum.
Nükleer Santraller olmalı mı? olmamalı mı?
Okuyun, kararı siz verin.
Nükleer Santrallerden önce, çok kısa diğer santrallerden bahsetmek ve kısa bilgiler vermek istiyorum.
Santral nedir?
Doğadaki başka bir maddeden elektrik enerjisi üreten kuruluşlara santral denir.
Santral çeşitleri
(Konvansiyonel santraller)
Hidroelektrik Santral
Termik Santral
Nükleer Santral
Konvansiyonel (yenilenemez) enerji türünde yakıt kullanılır ve tükenir. Yakıt olarak kullanılan kömür,petrol,uranyum,doğal gaz vs…bunlar milyonlarca yılda oluşurlar , kullanırsınız biterler.
Ayrıca yenilenebilir enerjiler vardır.
Hidroelektrik enerjisi; Nehirler
Rüzgâr enerjisi;Rüzgârlar
Jeotermal enerj;Yeraltı suları
Güneş enerjisi;Güneş
Biokütle enerjisi;Biyolojik atıklar
Dalga enerjisi;Okyanus ve denizler
Hidrojen enerjisi;Su ve hidroksitler
yenilebilir enerjilerdir.
Ülkemizde sadece termik ve hidroelektrik santralleri bulunmaktadır. Nükleer santraller yoktur.
Ülkemizde sadece termik ve hidroelektrik santralleri bulunmaktadır. Nükleer santraller yoktur.
Hidroelektrik Santraller
Hidroelektrik santralleri ile enerji üretmek için, coğrafi koşulların uygun olması gerekmektedir.
Hidroelektrik santraller temiz enerji kaynaklarıdır.
Hidroelektrik santrallerinin yapımı pahalıdır ama elektrik enerji üretimi ucuzdur.
Şu anda hidrolik santral ayaklarında, Karadeniz ormanları yok ediliyor. Bunun acilen önüne geçilmesi gerekiyor.
Termik Santraller
Yanmayla ortaya çıkan ısı enerjisi üreten birime termik santral denir.
Termik santrallerde kullanılan yakıtlar mazot, gaz ve kömürdür.
Termik santrallerin bacalarından çıkan zararlı maddeler havada su buharı ile birleşirler ve asit yağmurlarını meydana getirirler. Toprak, sular ve atmosfer kirlenir.
Burada bir şey anlatmak istiyorum
Yatağan(Muğla) termik santrali yapılacağı zaman, çevreciler ayağa kalktılar ve tabiatın yok olacağını ileri sürdüler. O zamanın Başbakanı Turgut Özal, Bir tek çiçek solarsa ben kefilim dedi. Çok ileri teknoloji kullanacaklarını ve tabiatın yine yemyeşil kalacağını öne sürdü ve burada termik santral yapıldı. Daha sonraki yıllarda bu yöreye yolum düştüğünde, yeşilliğin tamamen yok olduğunu, her yerin gri ve siyah olduğunu gördüm. Yani tabiat ve çevre yok olmuştu. Yazık değil mi ?
Neyse yazıma devam ediyorum.
Nükleer Santraller
Uranyum elementi, nötronlarla bombardıman edilerek daha küçük kütleli farklı iki çekirdeğe bölünür. Bu
sırada çok büyük enerji açığa çıkar. Bu enerjiye nükleer enerji denir.
Yanmayla ortaya çıkan ısı enerjisi üreten birime termik santral denir.
Termik santrallerde kullanılan yakıtlar mazot, gaz ve kömürdür.
Termik santrallerin bacalarından çıkan zararlı maddeler havada su buharı ile birleşirler ve asit yağmurlarını meydana getirirler. Toprak, sular ve atmosfer kirlenir.
Burada bir şey anlatmak istiyorum
Yatağan(Muğla) termik santrali yapılacağı zaman, çevreciler ayağa kalktılar ve tabiatın yok olacağını ileri sürdüler. O zamanın Başbakanı Turgut Özal, Bir tek çiçek solarsa ben kefilim dedi. Çok ileri teknoloji kullanacaklarını ve tabiatın yine yemyeşil kalacağını öne sürdü ve burada termik santral yapıldı. Daha sonraki yıllarda bu yöreye yolum düştüğünde, yeşilliğin tamamen yok olduğunu, her yerin gri ve siyah olduğunu gördüm. Yani tabiat ve çevre yok olmuştu. Yazık değil mi ?
Neyse yazıma devam ediyorum.
Nükleer Santraller
Uranyum elementi, nötronlarla bombardıman edilerek daha küçük kütleli farklı iki çekirdeğe bölünür. Bu
sırada çok büyük enerji açığa çıkar. Bu enerjiye nükleer enerji denir.
Uranyum yakıt hammaddesidir.
Santrallerde kaza olduğu zaman sızıntı durumu core dediğimiz çelik ve betondan oluşan kalbin içersindeki yakıt çubuklarında bulunan uranyumdan dolayı değil, yanma sonucu oluşan fizyon ürünlerinin (atık yakıt) buharlaşarak atmosfere (Çernobil) veya atıkların havuzlarda tutuldukları suyun toprağa karışması halinde (Japonya örneği denize) oluyor.
4. Nesil(Jenerasyon) santrallerde tüm bu aksaklıklar için önlem alınmış.
İstanbul Teknik Üniversitesi Nükleer Araştırmalar Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. A. Beril Tuğrul un ''Nükleer Enerji Değerlendirmesi ve Türkiye'' başlıklı yazısından okuduğum bilgiler ve aklımda kalanları aşağıda sizinle paylaşıyorum
Kalkınma ve toplum refahının yükseltilmesi için gerekli olan ana unsur enerjidir.
Ülkelerin gelişmişlik ölçütü olarak kullanılan önemli olgu enerjidir.
Özellikle, kişi başına üretilen enerji çok önemlidir.
Kişi başına düşen elektrik tüketimi, ülkelerin değerlendirilmesinde ayrı bir öneme sahiptir.
Enerji ve elektrik arzı, kalkınma planının temel unsurunu oluşturan bir öğe dir.
En önemlisi belirli ve zaman diliminde enerji ve elektrik talebi sağlanmalıdır.
Nükleer santraller için coğrafi kriter uygun su temin şartının sağlanmasıdır. Kısaca o ülkenin denize kıyısı olmalıdır yada büyük bir nehri olmalıdır.
Sürekli ve her tür şartta enerji üretebilen kaynaklar önem taşımaktadır.Yani kesintisiz ve güvenilir enerji temini olmalıdır.
Bu husus, ülkeler ve globalleşen dünyada önemlidir. Her an ve her yerde gece gündüz ve mevsimsel fark gözetmeden enerji talebi sağlanmalıdır.
Fosil yakıtlar, kömür, petrol ve doğal gazdır. Dünyada pek çok ülke fosil yakıt rezervine sahip değildir ve fosil yakıtlara ulaşmakta ve fosil yakıtlı santrallere yatırım yapmaktadır.
Fosil yakıtların yakılması sonucu ortaya çıkan gazlar tüm canlı yaşamı ve insan yaşamını tehdit etmektedir.
Hirdolik santrallerde ise sınırı aşan sular, nehirler sorun olmaktadır yada sular altında kalacak büyük araziler sorun olmaktadır.
Nükleer santraller kesintisiz ve güvenilir enerji temini açısından avantajı olan santrallerdir.
Bu bağlamda birçok gelişmiş ülkede nükleer santraller kurulmuştur.
Nükleer santraller ileri teknoloji ürünü santrallerdir. Bunlardan 4 Nesil olarak nitelenen grubu , özellikle nükleer güvenlik konusunda çok gelişmiştir.
Nükleer teknoloji dünyada her ülkenin sahip olduğu bir teknoloji değildir. Uzay teknolojisi, nanoteknoloji ve hidrojen teknoloji için çok büyük öneme sahiptir.
Kısaca ileri teknolojilere giriş için nükleer teknolojiye sahip olmak gerekmektedir.
Çevresel kriterler bakımından nükleer santrallerin sera salınımlarının olmaması büyük avantajdır.Yani ortaya çıkan ve çevreyi kirleten kirli gazlar yoktur.
KYOTO Protoklünü imzalayan ülkeler karbon dioksit ve sera etkisine neden olan diğer beş gazın salınımını azaltmaya söz vermişlerdir.
Protokol, ülkelerin atmosfere saldıkları karbon miktarını 1990 yılındaki düzeylere altına düşürmelerini gerekli kılmaktadır.
Tüm bu hususlar çerçevesinde dünya nükleer santral konusunda önemli sayıda nükleer santrali özelliklede 4. Nesil reaktörleri hayata geçirmeye hazırlanmaktadır.
Türkiye'nin enerji durumu
Türkiyede kişi başı elektrik tüketimi 2800 kWh / kişi dir.
AB'nin 6500 kWh / kişi
ABD'nin 12000 kWh / kişi dir.
Türkiye, Cumhuriyetin 100. kuruluş yıl dönümü olan 2023 yılı için, kişi başı elektrik tüketimini 2 misline çıkarmayı hedeflemektedir.
Dünyanın ileri ülkeleri mertebesine gelebilmesi için ise, kişi başı elektrik tüketimini, bunun uzantısında kişi başı elektrik üretimini birkaç misliyle arttırması gerekmektedir.
Dolayısı ile, çok sayıda özellikle de büyük güçlü, elektrik santrali kurulmasına gereksinimi vardır.
Sonuç olarak Türkiye, enerji kaynakları bakımından zengin değildir.
Türkiye, üç tarafı denizlerle çevrili bir ülke olarak nükleer santral kurmak için uygun bir ülke durumundadır.
Türkiye'nin sürdürülebilir ve güvenilir önemli kaynağı kömürdür. Ancak bu büyük miktarlarda Karbon dioksit üretimine neden olmaktadır.Çünkü Türkiye'de linyit kömürü mevcuttur. Linyit kömürü kok kömürü gibi tam olarak yanmaz ve zehirli atıklar oluşur.
Petrolü azdır ve petrolün santrallerde kullanılması uygun değildir.
Sahip olduğu doğal gaz miktarı, gereksinime göre çok azdır.
Hidrolik potansiyeli ise önemli ölçüde hayata geçmiştir.
Türkiye Ekonomik açıdan Dünyaya paralel olarak rekabet edebilir olması beklenmektedir.
Teknolojik açıdan Türkiye, nükleer teknolojiye sahip değildir.
Çevresel kriterler açısından Türkiye, dünyayı kirleten ülkeler arasında yer almaktadır.
Türkiye Kyoto protokolünü imzalamış bulunmaktadır.Hava kirliliği (sera gazı salınımları) aşağı çekmek zorundadır. Bu durumda fosil yakıtlı (kömür, petrol , doğal gaz) santralleri kurmamalıdır. Aksi takdirde, cezai müeyyideler uygulanacaktır, dolayısı ile tazminat ödememiz söz konusu olacaktır.
Fransa'da 59, Slovakya'da 6, Belçika'da 7, İsveç'de 10, Ukrayna'da 15, Güney Kore'de 20,
İsviçre'de 6, Bulgaristan'da 5, Ermenistan'da 4, Bulgaristan'da 1, Çek Cumhuriyetin'de 6, Almanya'da 17,
Japonya'da 56, İngiltere'de 23, İspanya'da 9, ABD'de 104, Rusya'da 31, Kanada'da 18,Hindistan'da 15,
Çin'de 9 adet Nükleer Santral vardır
Belirtilen tüm bu hususlar göz önüne alındığında, Türkiye'nin nükleer teknolojiye girmesi ve nükleer santralleri kurması gerekip gerekmediğine siz karar verin.
Yazdıklarımdan çıkan sonuç söyle oldu
Gelişmiş ülkelerdeki yerini alması için
Kişi başına düşen elektrik üretimini artırması için
Sürdürebilir ve güvenilir santrallere sahip olması için
Dünyayı kirletenler arasında olmamak için
Kyoto Protokolü gereklerini yerine getirmek için
İleri teknolojilere sahip olmak için
Ülke sathında enerji üretimini homojenleştirebilmek için
Nükleer Santrallere sahip olması gerekmektedir.
Teşekkürler Beril Hocam
Özellikle 4. Nesil güvenli, az yakıt kullanımlı nükleer santrallerin yaygın olması gereklidir.
Ayrıca Fosil yakıt santrallerinin(Termik santral) yol açtığı kirlilik, çevre katliamı bir an evvel engellenmelidir.
Karadeniz yağmur ormanları katliamı durdurulmalıdır.
Nükleer santrallere karşı çıkan bilinçli bir kesim var . Bunlar diyorlar ki, Dünyadaki şu nükleer santralde şu vana çok eskidi acilen değiştirilmeli veya buna benzer eleştiriler. Bu insanlara saygı duyulması gerekmektedir. Bu bilinçli kesimin mevcut nükleer santralleri dolaşmaları, inceleme yapmaları, fotoğraf çekmeleri, soru sormaları sağlanmalı ve yaptıkları yapıcı eleştiri not alınıp, üzerinde durulmalıdır.
Nükleer santralleri anlatmışken Radyasyondan bahsetmemek olmaz. Bu konuda, arkadaşım Banu Erkan'ın hazırlamış olduğu yazıyı aşağıda okuyabilirsiniz.
RADYASYON
Doğal radyoaktivitenin on dokuzuncu yüzyılın sonlarında Becquerel tarafından keşfinin ardından, Curie’lerin ve diğer bilim adamlarının çalışmaları ile bu bilim dalına pek çok yapısal katkıda bulunulmuş olmasına rağmen, bizlerin radyasyon konudaki bilgisi oldukça kısıtlı kalmıştır.
Doğal radyasyon kaynakları kozmik, karasal ve iç olmak üzere üç bölüme ayrılır. İnsanoğlunun yıllık olarak 360 milirem olarak belirlenen maruz kaldığı radyasyon dozunun %82’si doğal kaynaklardan gelmektedir.
Yapay kaynaklar ise radyasyonun tıbbi kullanımı, nükleer patlayıcı testleri ve nükleer güç üretimi olmak üzere yine üç bölümde incelenir. Yapay kaynaklı radyasyonun bir insanın alması gereken yıllık doza etkisi %18 olarak ölçülmektedir.
Kozmik radyasyon adından da anlaşılacağı üzere uzay kaynaklıdır. Güneş ve yıldızlar yeryüzüne her gün yağmur şeklinde kozmik ışınlar gönderirler. Atmosferdeki farklılıklar, yükseklikler ve yeryüzünün manyetik alanı aldığımız radyasyonun dozunu (veya miktarını) değiştirir.
Bu yazıda geniş olarak bahsedilmek istenen konu ise karasal radyasyon kaynaklarıdır. Yeryüzünün kendisi başlı başına radyasyon kaynağıdır. İçerdiği radyoaktif maddeler; radyum, toryum ve uranyum özellikle kaya ve topraklarda doğal olarak bulunmaktadır. Özellikle kayalar, tiplerine ve lokasyonlarına göre değişim gösteren yüksek miktarda radyoaktif bozunumun oluşumunu sağlarlar. Örneğin volkanik kayalar (igneous) tortu kayalara (sedimentary) göre daha yüksek radyoaktif yayınım yaparlar. Eskişehir dünyanın ikinci büyük toryum yataklarına sahiptir.
Toprakta daha çok radon ve toron gibi radyoaktif gazlar bulunur.Toprak tortu kayalardan daha az radyoaktif yayınım yapar. Belki de insanların aldığı dozun düşüklüğü toprak üzerinde yaşamayı kayalara tercih etmelerindendir.
Hava oldukça yüksek miktarda radon ve toron gazı içermektedir ve insanların aldığı radyoaktif dozun büyük bir kısmından sorumludur. Havada bulunan radon ve toryum gazı evlerimizin altındaki topraklardan temelde bulunan çatlaklar veya su kanalizasyon boru bağlantılarından sızmaktadır.
Su küçük miktarda çözünmüş uranyum ve toryum içerir bitki ve hayvanlardan oluşan organik maddelerse radyoaktif karbon ve potasyum içerirler. Bu materyallerin bir kısmı yiyecek ve içecekler vasıtasıyla vücudumuza girerken, radon gibi gazlarsa nefes alıp vermeyle alınır.
Nehirler radyoaktif madde içeren toprakları denizlere taşırlar. Kumsallar Amerika ve Avustralya’nın oldukça önemli ticari uranyum kaynaklarıdır. Ülkemizde Van gölünün tabanının uranyum yatağı olduğu bilinmekle birlikte herhangi bir ticari faaliyetin varlığı konusunda bilgi edinebilmiş değilim. Ayrıca kumun beton ana malzemesi olarak yapılarda kullanıldığını düşünürsek yaşadığımız yerlerdeki radonun yanısıra uranyumunda bulunduğunu bize kanıtlar.
Yeraltı sularıda radyoaktif maddeler içerirler, özellikle uranyum oldukça yüksek konsantrasyonda ölçülmektedir. Bunun aksine toryum izotopları oldukça az miktarda bulunur. Radon ise en yüksek aktivite deki bozunum serisi radyoaktif maddedir.Tatlı yeraltı sularında radonun iletimi oldukça düşüktür.
İçme suyu kaynakları genelde yüksek konsantrasyonda radyum içerirler. Amerika’da (US) 1pCi/l (pico Curie per litre) ’nin altında ölçülen radyum konsantrasyonu, Brezilya’daki ticari olarak şişelenmiş mineral sularda 240 pCi/l olarak ölçülmektedir. Fillandiya-Helsinki’deki bir okulun su kaynaklarında yüksek seviyede bulunan radyum bozunarak radon gazına dönüşmesi nedeniyle,yapılan ölçümlerde çalışanların yıllık ciğerlerine aldıkları dozun 240000 mrem olduğu tespit edilmiştir (kabul edilen yıllık alınması gereken doz vücut için 360 mrem’dir).
Deniz suyundaki radyoaktiviteden bahsetmek gerekirse; hem bitki(plankton ve yosun) hem de hayvanlarda (kabuklular ve balıklar) ölçüldüğünde Kobalt, Stronsiyum,Teknetyum, Iyot, Sezyum, Europium, Neptunyum, Plutonyum, Amerisyum elementlerine ait yüksek miktarlarda izotoplar bulunur.
İç radyasyon kaynaklarına gelince, burada vücudumuz radyasyon kaynağıdır ve etrafımızdakiler (insan veya nesne) karasal ve kozmik radyasyona nazaran az da olsa bizden kaynaklanan bir ışınlamaya maruz kalırlar. İnsan vücüdunda doğuştan, potasyum-40, karbon-14, radon-228 ve kurşun-210 gibi radyoaktif maddeler bulunmaktadır. Bunların miktarı insandan insana değişmektedir. Örneğin nefes alıp verirken vücudumuz doğal olarak C-14 yayınlar. Rn-22 kan dolaşımında tutulur.
Dikkat edilirse radyasyonla iç içe yaşadığımız ve ondan kaçışın mümkün olmadığı şüphe götürmez bir gerçektir. Amerikada internet üzerinden evlerdeki radon oranının ölçümlerini yapan cihazlar yoğun olarak satılırken bizde toplum bilinçlendirilerek en azından bulunduğumuz mekanların havalandırılmasının çok önemli olduğu anlatılmalıdır. Ayrıca yazıda bahsedilen radyasyon ölçüm değerleri veya bilgileri Amerika kaynaklı olup henüz Türkiye’de yapılan bir radyasyon araştırması da bulunmamaktadır.
Bülent Baykal
Çıkmadan aşağıdaki şarkıyı dinleyebilirsiniz. Paul Anka'nın İstanbul daki konserinde bu şarkıyı beğenmiştim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder